Friday, August 04, 2006

Sunday, July 23, 2006

  Posted by Picasa
  Posted by Picasa
  Posted by Picasa

gözlerini kapatırsan yaşamak kolaylaşır

“Strawberry Fields Forever
Let me take you down, ‘cause I’m going to strawberry fields. Nothing is real and nothing to get hung about
Strawberry fields forever” John Lennon

Bomboş bahçemde güneşin oyunlarıyla dansediyorum. Gülerken neşe, ağlarken hüzün, konuşurken coşku, susarken huzur ve uyurken ruhuma varoluş doluyor. Dokunduğum her yerde eşsizliğimin imzası parmak izlerim ya da nefes aldığım mekanlarda yalnızlığımın tanığı yorgun ve korkunç gölgem yolculuğumun kanıtları gibi...Bazen varım gözlerinizde ama çoğu zaman hiçlik. Bazen konuşuyorum sesimin tınısı kırılıyor duvarlarda ama çoğu zaman suskunluk. Bazen dokundum teninize ama çoğu zaman bir hayalettim yaşamınızın içinde. İnançsızlık ya da çoğu zaman güvensizlik gibi gelen benliğimin bu sisten uçuculuğuydu. İpler yoktu aramızda; ne yalandan ne de umutsuzluktan örülmüş...

Gözlerini kapatırsan yaşamak kolaylaşır. Şarkıda öyle söylüyor ama zaten gözünü açıpda yaşayabilen yok ki hiç. Hem göz kapakları ne diye var? Dayanma gücün kadar aralanır; bazen bir ışık, çok parlak bir ışıkla karşılaşınca ise sımsıkı kapanır gözler. Ne de olsa gözler karanlığa sığınmayı sever çünkü er geç her insan içindeki boşluğu karanlıkla birleştirir. Bazı sözler ise keser, böler, parçalar içini. Bir biçimlensin ağzında o sözler...Ne karanlık kalır, ne kaçış, ne hiçlik içinde. O sözler için yaşanır bunca şey. İçine tohumu atılsın diye o sözlerin. Toprağın ne kadar verimsiz olursa olsun; her zaman son nefesine kadar umut var. Boğazına gelir düğümlenir ya bir çığlık. İşte o çığlık söze dönüşse acında kutsanmaya dönüşecek. Belki de o sözdeki mucizeye tanık olduğunda ilk defa meleklere de inanacaksın. İşte o zaman ayak tırnağından saçının teline kadar biçim kazanacaksın. Dokunduğun her şey anlam bulacak. Geceleri cehennemin olan yalnızlık sessizliğin örtüsünde cennetin olacak. Ne zaman ki çığlık söze dönüşse...

Friday, July 21, 2006

  Posted by Picasa
 Posted by Picasa

hayata yeniden doğmak

küçük dünyamda düşlerim
solmasın diye kurutup
kitap aralarına sakladığım
kelebek kanatlarım
güzel ağaçlardan toplanmış yapraklarım
kaybetmesin diye sihrini
rengini ve inancını ve büyüsünü
elimde kalan tek şey olan düşlerim

...

herşey sustuktan sonra
herkes gittikten sonra
ölmemek ve dayanmak ve nefes almak için
kalbimdeki kutuda sakladığım
mistik sabahlar
gözyaşlarıyla yıkanmış satırlar
ejderha tozuyla mühürlenmiş geceler
uçmasın diye kokusu aşklarımın
solmasın diye çiçekleri umutlarımın
yaşamak ve gülebilmek ve anlamak için

...

ucu açık bırakılmış çemberlerim kalmasın diye
ya da lnetini bozmak için üstü örtülmüş yalanların
silkinip bu yorgun sisten
herkesten ve herşeyden
sakındım bahçemi
getirip bedenimi bıraktım
esirgeyen ve bağışlayan toprağın üzerine...

sıradanlık nasıl aşılır?

“There is nothing like you and I-This is no ordinary love” Sade

Sen ve ben’in kalmadığı her erime varlıkla bütünlenme ve sevginin özünü anlamadır. Belki de sıradanlıktan kurtuluş sadece böylesi bir kavrayışla mümkündür. Aksi takdirde sıradanlığın ıssız ikliminde solmaya mahkumuz.

Thursday, July 20, 2006

  Posted by Picasa
  Posted by Picasa

kırmızı gölgeler

tenimi taze toprağa bıraktım
üzerimde gezindi lodos rüzgarı
işittim uzaktan balıkların sesini
ve kemiklerimle gördüm şehrin nefesini


yoktu. hiç olmamıştı sanki dün.
külleri bile şu ana kilitlenmişti.


bulanık bir göl durgunluğu bu
ruhum kendi içine döndü yine
gördüm koyu kırmızı gölgeleri
kedere bulanmış gövdelerin resmi geçidi


soldu. hiç yaşanmamıştı sanki gün.
güneş bile geceye gizlenmişti.




sözlerimi solgun satırlara bıraktım
üzerinde gezindi mürekkebin büyüsü
şahidim, bir kıyımdı bizi büyüten
tüm acıları sahiplendi yüreğim.


sustu. hiç konuşmamıştı sanki şair.
varlığı bile hayal gibi erimişti.
  Posted by Picasa

Kaybolmuş ruhlar diyarında aşk...

Aşk uzak bir diyara göç etmeye karar verdiğinden beri hüzün koyu tonlarda bulutları taşır oldu gözlere. Yazık ki farkında değil kimse. Aynalarda parçalanan imgelerinin, yorgun ve bükük bedenlerinin ağır yaşam şartlarından damıtıldığına inanıyorlar. Titreyen ve buz gibi soğuyan ellerinin tuhaf bir tansiyon oyunu olduğuna, son günlerde tüm basında haykırılan sağlık önlemlerine uymamaktan ya da en fazla vitaminsizlikten olduğuna eminler. Yüzlerinde belirginleşen ve gittikçe derinleşen çizgilerin zamanın ağır hükmüne boyun eğiş olduğunu düşünüyorlar. Yataklarının başucunda kitaplar ve dergiler azalırken ağrı kesiciler ve uyku hapları artıyor. Bazen midelerine saplanan yakıcı bir ağrıdan ya da bedenlerinden akıp giden yaşam enerjisinin derbeder etmesinden yakındıklarını duyuyorum. İçleri boşalan gülümseyişlerinin ve üç noktayla havada asılı kalan sözlerinin arasında yüzlerine haykırmak istiyorum farkında olmadıklarının. “Aşk gitti...farkında mısınız?” Beyinlerinde, bedenlerinde ve ruhlarında yaşadıkları tüm bu aksaklıkların nedenini bu soruyla teşhis edebileceğimi biliyorum. Aşk öyle sessiz sedasız, öyle küskün, öyle paramparça ve çaresizce çekip gitti ki buralardan gürültülü çağımın kesintisiz deviniminde farkedemedi kimse gidişini. Aşk veda mektubu bırakmadan –sözlere ve mektuplara olan inancımızı yitirdiğimizi bildiği için- en yakınları şiir ve umuda haber vermeden sex sıvılarıyla bir köşeye atılmış bir çarşafın soğuk yüzüne hafifçe son kez dokunarak çok uzaklara, kimselerin bilmediği kaybolmuş ruhlar diyarına gitti.

Arkadaşım yapması gerekenleri sıraladı. Ödemeleri, sorumlulukları, mecburiyetleri sıraladıktan sonra kısık sesle “içim acıyor,” dedi. “Sanki dikenli bir tel var yüreğimin çevresinde; kıpırdayamıyorum.” “Biliyorum,” dedim; ardından sordum. “Farkında mısın? Aşk gitti hayatımızdan...” Yüzüme baktı uzun süre ve karşılıklı sustuk. Onun gidişiyle sonsuza dek lanetlenmiştik ve sessizliğimizde bu gerçeğin dehşeti büyüdü. Büyüdü, büyüdü, büyüdü...

Wednesday, July 19, 2006

  Posted by Picasa
  Posted by Picasa

düşler perilerin hediyesidir

Yaşamak çok büyük bir iş. Yaşamanın kendisi...Sonunda ödülü bilinmeyen ve her gün yenilenen bir çabalayışın döngüsü. Her gün yataktan kalkma azmi inanılmaz bir güç ve bu güç her yeni günde yenilenmek zorunda. Düşlerimiz bunu bize sağlayan mucizeler ve elbette ki bize perilerin hediyesi. Uyku perileri ve düş getiren perileri olmasa sabah yataktan kalkacak gücü asla bulamazdık. Periler yaşam çabamızın dünyasında değiller çünkü ince bir varoluş perdesiyle buradan ayrı yaşıyorlar. Belki de buradaki mücadele kanatlarındaki zarif güzelliği zedeleyeceği için; belki de bu saçma döngüyü anlayamadıkları için. Yalnız insanların gün içinde nasıl tükendiklerini izleyip, ızdırabın ne olduğunu her gün yüzlerine işlenen çizgilerle görüp bu sefalete daha fazla dayanamadıklarından gecelerin soğuk karanlığında insanlara uykuyu ve düşleri hediye ediyorlar.

Yataktan kalkacak enerjiyi belki bu düşler veriyor bize. Kızılderililerin baş uçlarına astıkları düş kapanları var. Kötü rüyalar ya da kabuslar ağlarına takılırken iyilik getirenler ortasındaki küçük delikten geçip uykularımıza geliyorlar. Demek ki insanoğluna sempatisi olmayan, hatta onu sevmeyen perilerde var. Kabus getiren perileri bizim bu yaşamak çabamıza tiksintiyle bakıyorlar. Aslında onları çok iyi anlıyorum. Yaşamak adına doğayı ve hayvanları nasıl da acımasızca katlediyoruz. Yaşamak muücadelesinin iyice bencilleştirdiği insanoğlu yeryüzündeki diğer varlıkların yaşam macerasına o kadar saygısız ki insanın kötülüğünü arzulayan perilerin gün geçtikçe artması çok normal.

Kuşlar ve tüm kanatlı halk şu aralar kendilerini feda ederek insanoğluna bir tokat gibi iniyor. Tüm kanatlı varlıkların yaşam döngüsünde insana yarattığı acı tabloyu anlatmaya çalıştıklarını düşünüyorum. En iyi öğretmende ölüm olduğu için hepsi kanatlarına azraili takıp uçuyorlar artık. Tüm eski ve kadim uygarlıkların bildiği gibi kuşlar mesaj getiren tüm ilahi varlıklarla ve meleklerle yakın ilişkilidirler. Böyle olduğu için kanatlı halkın insana tuttuğu aynaya iyi bakmak lazım. Aynada yok edenin er ya da geç yok edileceğini okumak lazım. İnsan kozmosun içinde özgür iradesiyle attığı tek bir adımla yazgısını hem belirliyor hem de kendine olacakların senaryosunu yazıyor. Her bir adımda senaryo yenileniyor. İnsan şu an içinde geleceğini ve geçmişini birlikte yaşıyor. Zamanı düz bir çizgide ilerliyor sanmak ya da öyle düşünmek istese de herşeyin şu an içinde iç içe geçtiğini biliyor. İnsan kendine olacakları kendinin yarattığı gerçeğini görmek istemiyor. Görmesi için kuşlar ve melekler var güçleriyle çalışıyor.

İnsanlar görmeyi öğrenmedikçe rüya alemleri kabuslarla doluyor çünkü bu duruma en çok kötü rüya getiren periler kızıyor. Perileri kızdırmaksa karanlık gecelerde insanı sonu gelmeyen ruh sıkışmalarına sürükler. Herşeyin gündüz olup biten bir yaşamak çabası olduğunu zannedenlerse çok yanılırlar çünkü bir insan ömrünün hemen hemen yarısı düş aleminde geçer. Bugün sanırım incittiğimiz tüm canlılardan, kuşlardan ve özellikle melekler ve perilerden özür dilememiz gerek yoksa düş kapanlar işlevini yitirebilir.

Ocak 2006
  Posted by Picasa

Tuesday, July 18, 2006

akdeniz...hüzün...aşk

akdeniz...hüzün...aşk

Akdeniz’in tuzu teninde ve dudaklarında dururken nereye gidebilirsin? Rüzgarın kulağına fısıldadıklarını kime anlatabilirsin? Kumun üzerinde ürkek sıçrayışlarla gezinen küçük kuşun kanatlarında herşeyi unutabilir misin? Geçmişin suda erirken bu hafifliği, bu rahatlamayı en çok hangi kelime anlatabilir bembeyaz sayfaların üzerinde?
Artık biliyorum ki aşk bir insanın gövdesinde olduğu kadar batan güneşte, kumların parıltısında, tenimdeki tuzda, uzaktaki beyaz bulutta, kıyıdaki deniz kabuğunda ve aynada bana gizemle bakan ve gittikçe bir hayale benzeyen suretimde...Artık biliyorum ki aşk bazen kör kalıp göremediğim kuytularda, korkup kaçtığım karanlık sokaklarda ya da cesaret edemediğim için gidemediğim o uzaktaki adada...Artık biliyorum ki aşk dışımda ve içimde; konuşurken ve susarken; gülümsemeyle ve gözyaşlarıyla; o güzel adamın hayalinde ve ulaşılmazlığında...Artık biliyorum ki en çok korktuklarımla en çok arzuladıklarımda ve ne zaman istersem o zaman parmaklarımla dokunabileceğim mümkün olan imkansızlıkta...
Hüzün eksik olmaz böyle akşamüstlerinde...Aşkın kokusu gelir aniden tüm kışkırtıcılığıyla. Geçmişini ve sevdiklerini görürsün hiç gitmemişler gibi yanındaki boş koltukta. Bakarsın ve gülümsersin boşluğa. O boş çerçevede sadece senin gördüğün biri vardır ve öyle canlıdır ki bu kadar iyi ve zarar görmeden saklandığı belleğinin gizemine şaşırırsın. Biriktirdiklerin yük değildir artık ruhuna; sadece yaşadığın anın daha çok değerini bilmeni sağlar. Böyle akşamüstleri geri dönmek gibidir. Biraz yorgun ve huzurlusundur.
Akdeniz’in rüzgarı okşarken tenini usulca nereye gidebilir ki insan? Nereye gitse buradaki huzuru, buradaki dingin yalıtılmışlığı arar zaten insan. O yüzden hangi sahilde, hangi akşamüzerinde, hangi hüzünlü şiirde ya da hangi aşk özleminde konaklarsa konaklasın dönüp geri gelir yine Akdeniz’in kusursuz maviliğine.
7-8 Haziran 2006 Bodrum-Bitez